Hakkâri’ye yaptığımız yolculukta bir yanımı orada bırakarak ayrıldım. Ekolojistler olarak Hakkâri’ye gidiyoruz denilince yüreğim kıpır kıpır bir heyecan ve hüzünle gideceğimiz günü bekledim.7 Eylül sabahı rotamız Yüksekova’ya varmamızla o heyecan dolu yolculuğumuz başladı. Adından da anlaşıldığı üzere genişçe ova ve yerleşim yerlerini barındıran Yüksekova’da verdiğimiz molanın ardından Hakkâri’ye doğru yola çıktık. Zap Suyu eşliğinde seyahat ederek Devrimci Gençlik Köprüsü’nde durduğumuzda, geçmişe doğru yol aldı yüreğim ve bir hüzün deryasında hissederek neler düşlemedim ki… 68 kuşağının 1969’da inşa ettiği köprü üzerindeyken Şemsi Beli’nin ‘’Anayasa’’ şiiri takıldı dilime… O coğrafyada yaşanan zorluklar geldi aklıma. Mesela Zap Suyu’nun üzerinden hasta çocuklarını doktora götürmek isteyen insanların, telden geçerken çocuklarını Zap Suyu’na feda edişleri, suda kaybolan bedenlerin çırpınışları ve buna tanıklık eden insanların dillerinden dökülen amansız çığlıkları ve gözlerinden dökülen gözyaşları… Bu yakarışa bir örnektir Şemsi Beli’nin dizeleri:
‘’Çoçig agliyir, çoçig ölür
geçit vermiyor zap suyu
parasiza,çaresizo ben halsizo,
ben dilsizo hooy babooov..’’
Bir ömür geçmesine rağmen hâlen acılar devam ediyor, sorunlar diz boyu. Oradan ayrılıp konaklayacağımız yere doğru yol almaya devam ettik. Daha hazan mevsiminin kıyısında olmamıza rağmen, karasal iklimin soğuk yüzünü fazlasıyla hissediyordum. Zap kenarında DEP’in kamp alanına geldik, vadi muhteşemdi. Hemen ateşi yakıp kara çaydanlığı kaynaması için ateşe koyduk. Sonra etrafa biraz göz gezdirmeye başladım: Kampın alt tarafında ahenkle akan Zap Suyu, etrafımızı çepeçevre saran dağlar, yukarıda gökyüzünün sonsuz maviliği… Havanın kararmasıyla ateşin etrafında çaylarımızı yudumlarken koyu bir sohbete dalmıştık ki dolunay dağın arkasından çıkarak bize göz kırpmaya başladı, onun saçtığı ışıkla aydınlanan doğanın büyüsüne kapılmıştım, her şeyden uzak suyun kenarında birkaç gün belki de yaralı ruhumuza iyi gelecekti. Vakit hayli geç olmuştu hepimiz yan yana kurulmuş çadırlarımıza geçtik. Çadırda yatarken yıllar önce yaylalarda, kıl çadırlarda geçen çocukluğum düştü aklıma ve sonra uyuyakalmışım. Sabahın seherinde uyandığımda karşıda öten kekliğin sesi ve Zap’ın akışının muhteşemliği sardı yüreğimi. Ateş yakılmış çaydanlık fokurduyordu, elbirliğiyle hazırlanan kahvaltıdan sonra araçlarla Zap’ın belli bir yere kadar bize eşlik edeceği Çukurca’ya doğru yol aldık. Daha 10 dakikalık yolu almıştık ki sol tarafımızda çöplerden yükselen dumanlar dikkatimizi çekmişti, dönüşte burada durup detaylarıyla bu konuyu görüşeceğimizi söyleyerek yola devam ettik. Derin bir vadide ve dağlarla çevrilmiş gizemli bu şehirde yol alırken birçok yerde farklı maden ocakları olduğu bilgisi bizimle paylaşıldı. Çukurca’ya doğru yol alırken birkaç yerde durdurularak GBT’ye tabi tutulduk, fakat gezi grubu olduğumuzu söyleyerek yola sorunsuzca devam ettik. Çukurca’da bir yarım saat mola verip çaylarımızı yudumlarken, bu coğrafyanın güzelliğini merak eden gezginlerle dolu tur otobüsleriyle karşılaştık. Mola yerinden ayrılıp etrafı gezmeye çıktık. Biraz yürüyünce Çukurca’nın yamaca dizilmiş taş evlerinin muhteşem görüntüsüne seyre daldık. Acaba o evlerde kimler yaşamıştır!.. Belki de dünyanın bin bir duygu yükü bu evlere konuk olmuştur. Dile gelse de anlatsa bize bu taş duvarlar. Yol boyu yukarıdan bize eşlik eden Sidan Vadisi’nin büyüleyici seyri ve uzaktan Zap’ın kıvrılarak akışının verdiği eşsiz görüntü, havanın o sıcağında, bu yollarda yürümek sanki bize dargın olan doğaya yüz sürmek gibi gelmişti. Zaman çok hızlı geçiyordu son bir kez sınır noktalarına bakıp hüzünle de olsa Çukurca’ya veda ettik. Dönüşte uğradığımız şelalenin güzelliğine kapılmışken, karşı cadde de yol boyu yürüyen kadınların gelişini görünce hızla yanlarına gittim. Sıcacık bir merhabamı paylaştım onlarla. Hemen hemen hepsi hem yürüyor hem de kışa hazırlık olarak çorap örüyorlardı. Şaşkınlık içerisindeydim çünkü onlarla çokça konuşacağım şeyler vardı lakin arabaların hareket vakti gelmişti. Bir iki adet fotoğraf çekip, kendilerine gösterdikten sonra hızlıca koşup arabaya bindim. Dönüşte Hakkâri’de, çöplerin toplandığı Zap Suyu kenarında durup etrafı gözlemledik. Şehir merkezine çok yakındı çöp ve sürekli yanıyordu. Üzerinde de bir sürü sokak hayvanı vardı, bizi görünce koşarak yanımıza geldiler. Herhalde sevilmek, okşanmak istiyorlardı. Bizler biraz korku içinde onların başlarına dokunup bırakırken, o hüzün yine gelip yüreğime oturdu; buradan çıkan gazların doğayı ne kadar etkilediğini ve en ufak bir sızıntının burada ve aşağıdaki madenlerden kaynaklı olarak Zap Suyu’nu kirletmesi âdete içimi burktu. İklim krizinden kaynaklanarak ciddi anlamda su sorunu yasayan birçok ülke vardı ve ülkemizde de yapılan heslerden dolayı birçok dere kurumuş durumda. Karasal iklime sahip olan burası da, ne kadar çok suyu olsa da, zamanla bundan nasibini alacaktır. Özellikle son zamanlarda Cilo Dağları’ndaki buzullarda ortaya çıkan hızlı erime, gelecek yıllarda kuraklığın giderek artacağının önemli bir göstergesi. Su yaşamdır, su olmadan ne doğa ne de yaşam varolabilir.
Kamp alanına gelip ateşin etrafında toplandığımızda yarınki rotamızın Bercalan Yaylası olduğu söylendi. İlk güne nazaran doğayla aramızda olan çizgi biraz daha ortadan kalkmıştı sanki. Daha da yakınlaşmıştık doğaya, belki de insanlığın ilk evine dönüşüydü bu yaptığımız. İnsan böylesi muhteşem doğanın içinde güzel düşler kurmadan da edemiyor tabi… O esnada neler neler geçti yüreğimden, bunları anlatmak kolay, fakat hissettirmek biraz zor gibi. Bildiğim bir şey varsa o da düşlerim varsa umutlarımın da daima yanımda olacağıdır.
İkinci gün, kahvaltı sonrası tekrar yollara düştük. Hakkâri’yi biraz geçince taş ocaklarıyla karşılaştık. Yerleşim yerine çok yakındı ve yönetmeliğe göre işletilmediği için bütün tozlar Hakkâri üzerine yağıyordu. Orada pankart ve dövizlerimizi açarak birkaç fotoğraf çekerek buradaki sorunu kayıt altına aldık. Sonra yola devam ettik. Yolları bozuk bir yere girdik, arabalar yolu arşınlayamayınca inip yürüdük. Önümüze bilinmeyen bir zamandan kalmış baya büyük bir köy olan Koçaniş köyü çıkmıştı. Viran olmuş evlerinde, yıkık duvarlarında kendimi buldum Kocaniş’in. Evlerin harap hâli orada yaşananların belgeseli misali önümüzde uzanıp gidiyordu. Biraz göz gezdirdiğimizde neler gelmiyordu ki göz kadrajımıza: yollardaki ayak izleri, umutla bekleyen son taşlar, acı yüklü yıkıntılar ve 400 yaşına basmış ihtiyar bir kilise… İçini gezdiğimizde biraz daha burkuluyor yüreğimiz çünkü defineciler burada da rahat durmamış, güzelim tarih kokan mekâna baya bir zarar vermişler. Geçmişten miras kalan bu yerlerin mutlaka koruma altına alınması gerektiğini düşünüyorum. Bu, maziye yapılan kısa yolculuktan sonra oradan ayrılıp Bercelan Yaylası’na yola çıktık. Yaylada kadınlar karşıladı bizi. Hâl hatır sorduktan sonra çadırlarına davet edip buz gibi bir ayran ikram ettiler. Okulların açılmasıyla çocuklar köye inmişti. Zor şartlarda yaylada yaşam sürmek, emek vermek ve geleceğe umutla bakmak gerçekten meşakkatli ve dirayet isteyen bir işti. Yayladan dönüş yolunda yine taş ocağının yakınına gidip gözlem yaparak şehre döndük. Şehirde bir düğün karşıladı bizi. Bizde düğüne katılıp birlikte omuz omuza halaya durduk ve sonra oradan ayrılıp Menderes’i ziyaret ettik.
Kamp alanımıza vardığımızda mini bir forum yapıp yarın için iki gruba ayrıldık. Bir grup arkadaşımızın, Hakkâri merkezde HDP’nin Şırnak’ taki orman kesimine dur demek için yaptığı, Cudi yürüyüşünün basın açıklamasına katılması ve oradan da diğer sivil toplum kuruluşlarını ziyaret etmesi yönünde karar aldık. Diğer grupta maden ocaklarının olduğu yere, Zap Suyu’nun kirlendiği bölgeye gidecekti. Yorulmuştuk, çadırlara çekilip dinlenme ve uyku vakti gelmişti. Şöyle başımı kaldırıp gökyüzüne baktım: ay tüm görkemiyle ben buradayım derken istediğim yıldız parlaklığını bulamamıştım, sonra şöyle bir daldım en parlak yıldızlar Dersim’den mi seyredilir diye düşünmeye başladım. Sonra ülkenin güzelim topraklarının sermaye sahiplerine peşkeş edilip yok edilmesi aklıma geldikçe yüreğim sızlamaya başladı. Bizler, nerede olursa olsun yaşanan yıkım ve tahribata karşı üç kişide olsak daima ses çıkarıyoruz. Fakat burada yaşayanlar, yaşama tutunmaya çalışmaktan ve çektikleri acılardan dolayı doğanın güzelliklerinin bu şekilde tahribatının ve yok oluşunun farkında bile değiller. Belki de derin acılar yaşayan halkların sessizliği de derin oluyor.
Sabah erken kalkıp kahvaltı yaptıktan sonra madenlerden dolayı Zap Suyu’nun kirletildiği bölgeye doğru arkadaşlar yol alırken biz de Hakkâri’de yapılacak olan basın toplantısı için yola çıktık. HDP binasına gittiğimizde arkadaşlar bizleri yüreklerindeki sevginin sıcaklığıyla sarmalayıp hâl hatır sordular. Gelişiminizin nedenini anlattığımızda çok mutlu oldular. Basın toplantısı yapıldıktan sonra bizden bir arkadaş da orada olmamız ile ilgili bilgi verdi. Sonra oradan İHD başkanıyla beraber ayrılarak İHD ‘nin binasına geçtik. Yaptığımız sohbet sırasında ‘’Burada bir basın açıklaması yapabilir miyiz’’ sorusu geldi aklımıza. Sonra başkan dışarıda telefon görüşmesi yaparak geri döndü içeriye ve bize yarın İHD’nin de katılacağı, Kaya Plaza önünde yapılacak olan basın açıklaması için emniyetten izin aldığını söyleyince hem çok mutlu olduk hem de çok şaşırdık. Çünkü bize söylenen 2016’dan beri bu kentte basın açıklamasının yapılmadığı, son aylarda bunun biraz esnetildiğiydi. Yapılması hâlinde ise bir şartları vardı: o da her kurumun sadece kendi binası önünde basın açıklaması yapabileceği yönündeydi.
Saat 16.30’da vadiden gelen arkadaşlarla birlikte, KESK’li dostlarımızla olan randevumuza gidip, orada ufak bir forum şeklinde konuşmalar yaptık. Bazen söze dökemediğimiz acılar boğazımızı düğümler ve gözyaşı olarak akar. İnsanlar birbiriyle empati kurduğunda çok iyi anlayacaklardır yaşanan acıların bıraktığı travmaları. Oradan sabah saat 11.00’da resim yapmak için parkta buluşma sözüyle ayrıldık ve kampa döndük. Akşam, ateşin etrafında oturduğumuz sırada STK’lardan arkadaşlar bizleri ziyaretti. Hep birlikte ateşin közünde kaynayan çaylarımızı yudumlarken zamanın çok hızlı akıp gittiğini fark ettik ve yarın buradan ayrılmanın hüznü yüreğimize oturdu. Dalıp dalıp nerelere gitmedim ki: bana bir yere kadar Zap Suyu eşlik ederken yol beni Cilo Dağları’na götürdü. Oranın muhteşem büyüsüne kapılmıştım ki hafif esen yelle birlikte bin bir çiçek kokusu ve ters laleler gözüme ilişti sanki zihnimin bir köşesine dengebejler oturmuş stran söylüyordu. Müziğin ruhun evrensel gıdası olduğuna bir daha tanıklık ettim. Anlamasam da tüylerim diken diken olmuştu, içten söyleyişi iliklerime kadar hissettim ve o duygular içinde uyuya kalmışım.
Sabah erken kalkıp, çadırlarımızı toplayıp, kamp alanında mıntıka temizliği yaptıktan sonra şehir merkezindeki bir parka gittik. Masalar getirildi Doğa İçin Sanat Derneği’nden. Arkadaşlar dört gün boyunca gezip gördüklerini resmetmeye başladılar. Biz dört arkadaş da Hakkâri’nin Sesi radyosuna konuk olduk. Kısıtlı zamandan dolayı pek fazla dokunamadığımız yüreklerin evlerine konuk olduk. Oraya neden gittiğimizi dilimiz döndüğünce anlattık. Ülkenin 81 ilinde de doğa katliamları ve yıkımların yaşandığını ve buna karşı ekolojistler olarak mücadelenin ortaklaştırılmasının önemli olduğunu vurguladık. Doğa, kadın, çocuk ve emek mücadelesinin bir bütün olduğunu, doğa yok olursa insan yaşamının da yok olacağını belirtip bizleri konuk ettikleri için teşekkür ederek oradan ayrıldık. Parktaki arkadaşların yanlarına geldiğimizde STK’dan arkadaşların da geldiğini gördük. Onlarda resim etkinliğine katılmış olduğunu ve birlikte sanatın acemi üstatlarına dönüşmüş olduklarını gördük. İşimiz bittikten sonra yapılan resimlerle ve elimizdeki dövizlerle yakın mesafedeki basın açıklaması yapılacak yere doğru yürümeye başladık. Özelikle elimdeki ‘’Zap Suyu temiz aksın.’’ dövizini yol kenarındaki halka doğru tuttum ve çoğunun okuyup yorum yaptığına şahit oldum. Hatta birinin ‘’neden bu kadar çok kirletildi’’ diye sitem etmesi nedeniyle birden önümüz kolluk kuvvetlerince kesildi. ‘’Yürüyüş yapamazsınız’’ diyerek uyardılar. Bizse ‘’Yürüyüş yapmıyoruz basın açıklaması yapacağımız yere gidiyoruz’’ dediysek de ancak resimler ve dövizler indirilerek yolumuza devam edeceğimiz belirtildi. Orada pankart ve dövizlerimizi açıp basın açıklamasını okuduk. Etraftaki halkın, bize şaşkın bakışları ve gözlerindeki umut ışığını gördüm. Belki birbirimize dokunamıyorduk ama gözlerimizle birbirimizi anlıyorduk.
Belki yıllar sonra yalnız olmadıklarını onlara hissettirebildik diye düşünüyorum. Her zaman yanlarına gelemesek de yüreklerimizin onlarla bir attığını, oradaki varlığımızla onlara duyurmak bizim için önemliydi. Uçurtma uçurmanın yasak olduğu bu kentte, ekolojistler olarak basın açıklaması yaparak o halkın sesi olmak hepimiz için ayrı birer mutluluktu. Siyasetçilerin, bürokratların, gazetecilerin dahi kapısını çalmadığı bu coğrafyanın sakinlerinin ve doğasının bir nebze olsa dili olmak tarifi imkânsız bir hissiyat bizim için. Bu yolculuğumuzun insanlık ile doğayı barışa ve umuda götürecek köprünün ilk ayağı olmasını tüm kalbimle diliyorum.
Son olarak ülkenin farklı yerlerinden koşullarını zorlayarak gelen arkadaşlara teşekkür ediyorum.
Hatun Esen